Vicdan Sorgulatan Bir Kitap; Huzursuzluk

2 Ağustos 2017 Çarşamba

Merhaba sevgili okur,

Uzun süredir blogumda güncelleme yapamıyordum. Ancak istatistikleri incelediğimde buna rağmen bloguma giriliyor olması ve geçmiş yazılarımın incelenmesi beni ne denli mutlu etti anlatamam! Sevgi pıtırcığı oldum bir anda. :) Ben de hem sizlere teşekkür etmek hem de artık blog güncellemesine devam etmek için bu yazıyı kaleme aldım. Beğenerek okumanız dileğiyle...

Livaneli okumaya ile Senerad kitabı ile başladım. O kadar çok sevdim ki kitabın dokusunu, karakterleri, hikayesini herkese öneriyor ve okutmaya çalışıyordum. Serenad ile başlayan Livaneli okurluğumu diğer kitaplarına da sadık kalarak göstermem gerektiğini düşünürüm hep. 



Neyse sözü fazla uzatmayayım. :) Sevgili yazarımın bir süre önce çıkan kitabı Huzursuzluk'u bitirdim ancak kitabı biraz sindirmek ve yorum yapmak için beklemem gerektiğini düşündüm.

Hüseyin, Meleknaz ve İbrahim'in hikayeleri insana gerçekten huzursuzluk veriyor, kitabı okurken hissettiğim şey tam olarak buydu. Evet Zülfü Livaneli bu ülkenin yetiştirdiği en önemli değerlerdendir, evet çok iyi yazar-anlatır ama kitapta eksik bir şeyler vardı. Meleknaz ve Hüseyin'in hikayelerinde biraz daha derine inilmesini bekledim hep. Özellikle Hüseyin'in değişen düşünceleri, ruh hali üstünkörü anlatılmış izlenimi oluşturdu. Öte yandan İbrahim'in ilkokul arkadaşının hikayesine verdiği önem, Meleknaz'a içten içe hissettiği yakınlık, eski eşi ile arasındaki problemler oldukça iyi aktarılmıştı.

Kendi içimde yaşadığım bir ikilemden bahsedeyim size. Ülkemizdeki Suriyeli mülteciler konusunda bir yandan "evet, onları alıp bağrımıza basmalıyız, insan yaşamı her şeyden kıymetli" derken bir yandan da kendi ülke vatandaşlarımıza verilmeyen hakların mültecilere sunulmasına kızıyorum açıkçası. Livaneli ise romanda görmek istemediğimiz -en azından benim görmek istemediğim- bazı konulara değinmiş. Suriyeli kadınların, özellikle Ezidilerin yaşadıkları drama... Evet roman kurgu ancak içinde barındırdığı gerçeklikleri de yok sayamayız. İnandığın din uğruna -kendi yorumunla- başkalarına zulmetmek, taciz ve tecavüzün sınırının bulunmaması gerçekten okuyan her insanın içi yakmıştır diye düşünüyorum. 


Velhasıl kelam bir Serenad kadar olmasa da Huzursuzluk'u da bana yaşattığı huzursuzluk için sevdim. Livaneli kalemine bir kez daha teşekkürler! Kitabın en sevdiğim kısmını da alıntıladım (aynı zamanda kitap tanıtımında en çok kullanılan bölüm olur), buyrun;


Harese nedir bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım: develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tad devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir. Demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir. Bütün Ortadoğu’nun âdeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.

0 yorum:

Yorum Gönder