Fotoğraflarla Balat

17 Eylül 2016 Cumartesi

Merhaba,

 Kardeşime çektiğim sünnet fotoğraflarından sonra uzun süre çekime çıkamamıştım. Dokuz günlük bayram tatilini fırsat bilerek Balat'a gittim. İstanbul'da uzun zamandır yaşıyor olmam ve buna rağmen Balat'a pek uğramamış olmanın verdiği huzursuzlukla yeni şeyler keşfetmenin verdiği haz birbirine karıştı diyebilirim. :)

O Benim Canım! :)
Yıkıntıların arasında umutla oyun oynayan çocuklar, tarih, evlerin pencerelerinden bile fışkıran yoksulluk diğer yandaysa mahalle aralarında havalı kafeler, farklı kimliklerin bir arada ki yaşam mücadelesi ve bambaşka hayatlar. İnsan şaşırıyor bu kadar farklılığın bir arada olmasına ve hayran kalıyor. En azından ben, hayran kalındığını -ve kaldığımı- düşünüyorum.

İşte Fener- Balat çekiminden birkaç kare;
Vatandan Vazgeçmeyiz temalı... :)
Bir Küçük Mutluluk

Rengarenk Balat Evleri

Küçük Arap Dostumuz Uzaklaşacağımızı Anlayınca...

Fener Rum Lisesi


Umutla...

29 Haziran 2016 Çarşamba
















Biz yine de umuda dönüp sırtımızı
bekleyeceğiz
tüm karanlıkların aydınlanmasını.

Atatürk Havaalananında gerçekleşen hain saldırıda yaşamını yitiren tüm vatandaşlarımıza rahmet, yaralılara acil şifa diliyorum...

Bir İyilik Hareketi; Faili Meçhul Kıyak

23 Haziran 2016 Perşembe


 Ayşe Arman'ı severek takip ederim, 'Faili Meçhul Kıyak' hareketini de onun Tunç Kılınç ile yaptığı söyleşisinden sonra keşfettim. 

İlk başta bana 'Askıda Kahve' ve 'İhtiyacın Yoksa As, İhtiyacın Varsa Al' projelerini anımsatsa da bu kıyak hareketi de oldukça sevdim diyebilirim. :) Hatta hemen Tunç Kılınç'ın fikir atölyesine giriş yapıp, kendi kartlarımı çıkarttım. 
Nasıl bir kıyak hareket ki bu kart mart, hayırdır? Evet, bu kıyak hareketi gerçekleştirdikten sonra ardınızda bir kart bırakıyorsunuz. Tek dileğiniz bıraktığınız kartın daha çok insana ulaşması, "Sende bi' kıyak yap" diye resmen iyiliğe teşvik ediyorsunuz! Dileğimiz Faili Meçhul Kıyak hareketinin yayılmasıdır efendim.

Sonsuzluğa Uzanan Yolda; Deniz Gezmiş

Yine, bu yapıtı okurken zihnimde hiç unutamayacağım bir sahne canlanıyor. İki aylık muhabirlik sürem içerisinde Cumhuriyet Bayramı’nda çekim yapmıştım. Ellerinde bayraklarla, ellerinde üç fidanın- Nazım’ın posterleriyle gezen onlarca insan vardı. Onları çekmiştim, haber yayınlanmıştı. Sırf bunun için “Bu Cumhuriyet Bayramı, Deniz Gezmiş'i niye çekiyorsun? Onun ne işi var bu haberde? Herkes beni arıyor, herkes çok kızgın!” diye azar işittiğim eski patronum. 

Abim Deniz
 Abim Deniz yayımlanalı iki yıl oldu ancak ben yeni okuyabildim kitabı. Deniz hakkında biraz daha bilgilenmek için, kardeşinin gözünden onu görmek için, Dündar’ın anlatımını sevdiğim için. Evet, kitabı daha önce okuyamadığım için pişman oldum ama kitabı bitirdiğimde hissettiğim tek duygu bu değildi. Öfke, kızgınlık, pişmanlık, merhamet, minnettarlık hepsi iç içeydi.

 Hamdi Gezmiş, Deniz hakkında yanlış bilinenleri değiştirmek için, birilerini susturmak için, Deniz’i bize daha iyi tanıtabilmek için hafızasını ve arşivini açıyor, Dündar ile yola koyuluyorlar. Yalnız aile büyüklerinin yanında dingin ve saygılı olan Deniz, bozuk düzene karşı ise hep fırtınalı ve hırçın. Kitapta küçük kardeş Hamdi Gezmiş sık sık ağabeyinin her zaman kendisinden daha cesur olduğunu dile getiriyor ve “Ben onun kadar cesur değildim.” diyor. İki kardeşin yolu hapishanede çok kesişiyor. Kimi zaman ağabeyini ziyarete giden Hamdi, gün gelince üzerine atılan iftiradan dolayı ağabeyiyle aynı koğuşu paylaşıyor. En büyük kardeş Bora Gezmiş’in siyasi meselelerde pek gözü yok.
 
 Hamdi Gezmiş, hapishane anılarını anlatırken Deniz’in orada kazandığı becerilerinden bahsediyordu. E kolay değil tabii hapishanede yaşamak. Eksik olan her şeyin çaresini bulan Deniz, vişne bulamadıkları için kiraz reçeliyle yetinmeyi de öğreniyor, üstüne üstlük reçeli de kendisi yapıyor! Her konuda becerikli olan abimiz Deniz gülmeyi hiç unutmuyor. Neşeli, esprili üslubunu yitirmeyen, son anına kadar okumayı ve öğrenmeyi seven birinden bahsediyoruz.  Deniz, babasına yazdığı bir mektubunda okuma alışkanlığıyla ilgili şu ifadeyi kullanıyor; “Vaktimi bol bol kitap okumayla geçiriyorum. Okumaya doymak olmuyor. Ölene kadar doymıyacağım.”

Dinmiyor Bu Acı

8 Haziran 2016 Çarşamba

 "Ne güzel bir mevsimdeyiz değil mi?" diye başlayan umut dolu bir yazı yazmak için oturdum bilgisayarın başına. Fakat bir süre sonra fonda dinlediğim hareketli müzik içimdeki hüznü durdurmaya yetmedi. Havanın güneşli olması belki umudumuzu yitirmemek gerektiğini hatırlatıyor ama gencecik insanları kaybettiğimiz gerçeğini değiştirmiyor.

 Öyle bir devirdeyiz ki... Her gün bombalar patlıyor, onlarca insanı kaybediyoruz, şehit veriyoruz yine de yaşamaya devam ediyoruz. Etmek zorunda olduğumuz için. Uyutuluyor muyuz, uyuşturuluyor muyuz bilmiyorum. Bu acı daha ne kadar sürecek bilmiyorum. Annelerin göz yaşı dinecek mi, evlatlar artık vatan için ölmek yerine umut dolu buluşlar yapabilecek mi, en azından sokaktayken can güvenliği olduğunu düşünerek yürüyebilecek mi bilmiyorum...

Ah iki gözüm

13 Mart 2016 Pazar

Ne aşka vakit ayırabiliyor insan,
ne de biraz mutluluğa,
ne yaş akıyor gözden,
ne de duruyor dünya.

Ah iki gözüm ,
yapma!
Hayatının baharında,
kalkta diren dünyaya.

Bu sabahın bir farkı var

4 Mart 2016 Cuma

Her sabah olduğu gibi yine 07:30'da çalmaya başladı çalar saatin alarmı. Bu kez farklıydı sanki... Bu sabahın, diğerlerinden bir farkı var dercesine ötüyordu alarm ya da biz isteklerimize göre değerlendiriyorduk her şeyi.

 Ayaklarını sürüyerek kalktı yataktan. Her sabah olduğu gibi tuvalete gitmeden önce mutfağa gidip su ısıtıcısını çalıştırdı, böylece döndüğünde kahvesi hazır sayılacaktı. Durdu. Yağmur yağıyordu dışarıda, karşıdaki apartmanın merdivenine bir kedi sinmişti yağmur dinsin diye bekliyordu besbelli. "Zavallı" dedi, "bir beton yığınından medet umuyor ve taş kalpli insanlardan." Köşedeki seyyar şemsiye satıcısına da ekmek parası çıkmıştı işte mutlu görünüyordu halinden, bereket yağıyordu ne de olsa. Buzdolabına yöneldi. Gözü magnetle bir ucundan tutturulmuş fotoğrafa takıldı, aslında pek umursamaması lazımdı. Altı aydır, her gün oradaydı o fotoğraf, Kemal asmıştı her sabaha mutlu uyansın diye. Sahi mutlu mu uyanıyordu her sabaha? Kemalle gittikleri bir yemek sırasında çekilmişti bu fotoğraf. Aile arasında küçük bir nişan sonrasında, kutlamak için sahil  kenarında gittikleri bir restoranda. İkisi de gülümsüyor, yüzükleri fark edilsin diye el sallıyorlar fotoğrafçıya ve o an, ölümsüzleşiyor.

İttihatçı Şehsuvar' ın hayal kırıklıkları

28 Şubat 2016 Pazar

Ahmet Ümit abimizden yeni bir roman; Elveda Güzel Vatanım. Gerçi yayımlanalı birkaç ay oldu ama yazımız şimdiye kısmetmiş. J

Ahmet Ümit, Türkiye’nin en iyi polisiye yazarlarından birisi. Zaten toplasan kaç kişi var Türkiye’de polisiye yazan? Aksanat etkinliklerinde, Küçük İskender’in moderatörlüğünü yaptığı Ahmet Ümit söyleşisine katılmıştım. Ahmet Ümit orada eskiden polisiye yazarlığını oldukça küçümsediğini belirtip şöyle dedi: “Bana oğlum sen polisiye yazıyorsun dediklerinde ne diyorsun abi ya, olur mu öyle şey diyerek tepki vermiştim.”

Benim Ümit’le tanışmamsa Bab-ı Esrar sayesinde gerçekleşti. O zamanlar Mevlana ve Şems’i konu alan oldukça popüler bir kitap çıkmıştı, pembe kapağıyla herkesin ilgisi çeken, popülerliği nedeniyle elden ele dolaşan. Tahmin etmişsinizdir. :) İşte o kitabı bende okudum, sonra da Bab-ı Esrar’ı duydum bir arkadaşımdan… “Al, oku. Bu kitabı daha çok seveceksin” dedi. Sevdim gerçekten de. Sonra arkası da geldi Ahmet Ümit kitaplarımın… İşte sonuncusu, bu aralar oldukça sevilen ‘Elveda Güzel Vatanım’.

Yolunacak kaz aranıyor!

26 Şubat 2016 Cuma

Son zamanlarda düşünmekten uyuyamaz oldum. Çünkü karşımda yıkılması gereken koca bir dağ var ve ben yolun çok başındayım!

Lisans eğitimimi tamamlayalı neredeyse bir yıl dolacak! Ben henüz ne doğru düzgün bir işe girebilmiş durumdayım ne de umut ettiğim yaşamın içinde. Umudumu kaybetmişte değilim, aman ha yanlış anlaşılmasın! Ancak artık pek sabrım kalmadığını da eklemezsem olmaz. Çünkü artık daha üretmek istiyorum, hayatı önce kendim sonra başkaları için daha yaşanabilir kılmak adına üretmek…

Artık, insanların meraklı bakışları arasında “Neden bu bölümü okudun? Bak şunun şusu bu bölümü bitirmişte bu işi yapıyormuş. Başka meslek mi kalmadı?” sorularına sinirlenmeden cevap verme kotamı dolduruyorum. J Ey ahali, duyduk duymadık demeyin; Bizde okuduk. Hayal kurarak, istediğimiz dünya standardına ulaşmak için, daha rahat yaşayabilmek – yaşatabilmek için, amaçlarımızın peşinde koşabilmek için ilk yolun okumaktan geçtiğini düşündük. Ama mezun olunca, ‘bazı’ işverenler tarafından sömürüleceğimizi düşünemedik!

Semerkant'tan Titanic'e uzanan yol!

 Amin Maalouf…  Maalouf kalemiyle bu kadar geç tanışmanın verdiği hüznün yanında “İyi ki okumuşum” sevinci yaşıyorum. Eseri bitirdikten sonra durup uzun uzun düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Yazarın diğer eserlerini de bir an önce okumak için kendime söz verdim!

Ah Semerkant…  Eser olaylar Ömer Hayyam’ın Semerkant kadısı Ebu Tahir ile yollarının kesişmesi sonrası başlıyor. Kitapta Ömer Hayyam’ın yaşamı, İran tarihi akıcı bir dille anlatılmış. Hayyam’ın, Cihan mahlasını kullanan şair sevgilisi, Selçuklu veziri Nizamülmülk’ ün davetine icabeti gereği yollardaki macerası, Hasan bin Ali Sabbah ile karşılaşmaları ve dostlukları, sarayda dönen türlü entrikalar, güç savaşları, Hayyam’ın rubaiyatları, Semerkant Yazması ve daha niceleri. İran tarihine yakından bir bakış, hem de sıkılmadan!

Dört bölümden oluşan romanın diğer yarısında ise anne ve babasını Ömer Hayyam hayranlığının buluşturduğu Benjamin anlatılıyor. Benjamin Omar… Omar, Hayyam’ın elden ele dolaşan, kaybolan  Semerkant Yazması’na ulaşmak için yollar aşıyor ve iki kez İran’a geliyor. Benjamin’in, İran’ın bağımsızlıkla mücadele sürecinde yaşananlarda ki rolü, yaşadığı büyük aşk anlatılıyor. Sevdiği kadınla birlikte Semerkant Yazması’nı alarak kendine yeni bir yol çizmek isteyen Benjamin ne yazık ki Titanic’e biniyor! Kaçınılmaz sonda, Yazma okyanusun karanlık sularına gömülüyor…

Aylar sonra güncelleme

19 Şubat 2016 Cuma

Uzun zamandır bloğumla pek ilgilenemedim, farkındayım. Aklımda bazı projeler dolanıyor, onlar için vakit yaratmaya çalışıyordum. Bazı projeler üzerinde çalışabildim bazıları ise bekleme modunda hala. :) Ancak daha fazla post girmezsem bu mecradan dışlanacağımı hissettim –ve geldim!

Tabii bu süre zarfında yazmayı kesmedim. Çünkü yazmak ve akabinde okumak en büyük motive kaynağım. Sadece bloğa ekleme yapmadım… Uzun zamandır ülke olarak kötü günler geçiriyoruz ve bu gerginlik bireylerin üzerinde de olumsuz etkiler yaratıyor. Bir yanda patlayan bombalar, tüfek silah sesleri, şehitlerimiz, hayatını yitiren masum çocuklar ve sivil halk, talan edilen ormanlarımız, her gün tacize tecavüze uğrayan kadınlarımız, birbirine nefret kusan vatandaşlarımız, çoğunluğu aç ve açıkta yaşayan mülteciler…

Yine de diyorum yine de barış gelecek!