Hiç vazgeçmeyeceğim!

24 Ocak 2015 Cumartesi

Yazmak; bir eylemi gerçekleştirmek için yazmak ve bir de kalbinin derinliklerinde kalan, boğazında düğümlenenleri başkalarına duyurmanın en güzel aracı olarak yazmak.
Zaman zaman ‘acaba hangisi daha etik, ben ne sebeple yazıyorum ve bunu hissederek mi yapıyorum, duygularımı –varsa- okurlarıma aktarabiliyor muyum?’diye düşünmeden edemiyorum. Bazı vakitler yazmak zorunda kalıyorum, zorunda kaldığın için yazamıyorsun ama. Ne zaman yazmalıyım diye kendimi emir versem zihnim 'dur' diyor. Dur, çünkü şimdi zamanı değil. O, kendini öyle muntazam hazırlıyor ki bazen ben bile şaşırıyorum.

Yazmak… Yazıyorum, ta ilkokuldan beri. Verilen tüm kompozisyon ödevlerini en güzel şekilde yapar ve aferin alırdım. Hatta bir keresinde ilkokulda yazdığım kompozisyondan, ikincilik ödülü almıştım. Ödülüm ise çok hoş, cicili bicili, üzerinde kız resmi olan bir kupaydı… Sanırım kompozisyondan -öyle ya da böyle- derece almış birisine ödül olarak kitap verilseydi daha güzel olurdu. Daha çok okur daha çok yazardım belki ama olsun, kupamı hala çok severek kullanıyorum, evet hala sağlam- yıllardır. 
Ortaokulda; hani artık herkesin büyüdüğü, öğretmene hoca demeye başlandığı, küfürlerin havada uçuştuğu, popüler olma sevdasına düşüldüğü ergenlik çağlarında da yazdım. Sınıf panolarını tek başıma hazırlardım. Şiirler, yazılar bulup asardım yahut yazardım. -Resmim iyi değildir o nedenle hiç bulaşmadım, çok isterdim güzel resimler çizmeyi de. Yazdığım şiirleri birer resimle taçlandırsaydım mesela, çok hoş olurdu. Neyse, yapamadıklarımdan bahsettiğimde hüzünleniyorum. Benim yapabildiğim yalnızca kelimeleri düzenli bir şekilde dizmek ve onları evladım gibi sevmek.

Evim, İstanbul

21 Ocak 2015 Çarşamba

Aylardır İstanbul'dan uzaktaydım. Üniversiteyi şehir dışında okumak zor tabii, hele ki İstanbul gibi bir yerde yaşıyorsanız uzaklaşmak hayli güçleşiyor.
Vizeler bitiyor, final dönemi geçiyor ve hiç beklemeden İstanbul'a geliyorum! Buram buram mavi kokan şehir,İstanbul. Güzelim mavisinin yok edilmek için çabalandığı, sokaklarının delik deşik edildiği, içindeyken yorulduğun, dışındayken özlemiyle tutuştuğun şehir. Evim, İstanbul.

Uzun bir aradan sonra evime kavuşuyorum. İstanbul'dayım, ailemin yanındayım, üç bıcırık kardeşim var ve birbirimizi deli gibi özlemişiz! Birlikte film izliyoruz, ders çalışıyoruz, oyun oynuyoruz,konuşuyoruz sonraysa laptopu kapan kazanıyor. Tabii ben abla olduğum için sıramı sürekli onlara veriyorum ve onların okula gitmek için uyuduğu bu saatleri değerlendiriyorum. :) Yazmak için, okumak için, bakınmak için, bir şeyler izlemek için. Gerçi bir süre sonra günün rehaveti üstüme çöküyor, gözlerim kapanıyor ama olsun! Bende kendime internetten bir pay çıkarabiliyorum, öyle değil mi?

Otizm dünyanın sonu değil!

19 Ocak 2015 Pazartesi

Ağır derece de otizmli bir çocuk ve ne yapacağını bilemeyen, çaresiz bir anne… İşinin ehli olan ünlü- ünsüz birçok psikiyatr doktoruna gidiliyor ancak çözüm odaklı bir sonuç maalesef bulunamıyor…  Tam her şeyin bittiği düşünülen yerde, aslında hayat yeni başlıyor
Ege Deniz, otizmin bir engel olmadığını bizlere kanıtlıyor

Ege Deniz- Bahar Deniz
Daha 20 aylık bir bebekken yüzde 80 otizm teşhisi konuldu minik Ege’ye. Doktorları, anne Bahar Deniz’e günde 8 saat eğitim alırsa bir ilerleme kaydedebileceklerini söyledi.  Haftada 40 saat olmak üzere Ege’nin eğitimlerine başladığını anlattı Bahar Deniz ve ekledi: ‘ Her şeyin düzeleceğini umut ettik’ . Oysa umut ettiklerinin tam tersini yaşamaya başladı aile.
Ege’nin eğitim masraflarını karşılayabilmek adına Çeşme’de iki yazlık, bir ev ve bir fabrikadaki hisselerini sattıklarını belirten Deniz, eğitimlerin ise hiçbir işe yaramadığını dile getirdi.  

‘Ya onu hastaneye kapatacaktık ya da hayatın içinde tutmaya çalışacaktık’

‘ Ege 11 yaşındayken saçlarını yoluyordu, evde 7 kişi zapt edemiyorduk çok hareketli ve saldırgandı’ diyerek sözlerine devam eden Bahar Deniz doktorların son çare olarak Egeyi hastanenin psikiyatri bölümüne yatırmak istediklerini belirtti. Deniz o anki duygularını şöyle aktardı;
‘ Çok düşündüm, çok ağladım hastanenin bahçesinde. Ya onu hastaneye kapatacaktık ilaçlarla uyutulacaktı ya da hayatın içinde tutmaya çalışacaktık. Ben, kızımı hayatın içinde tutmayı seçtim.’

“İnsanlar yaşadıkları şehri sevmedikleri zaman, sanatını da sevmiyorlar ”

14 Ocak 2015 Çarşamba

Erciyes Üniversitesi’ne Japon Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencisi olarak gelen Mustafa Özer, şu an Düşler Sahnesi Sanat Topluluğu’nun yönetmeni. Yaşadığı şehirde sanatı sevdirmek için uğraşan genç yönetmen, birbirinden farklı projelerle izleyicilerinin karşısına çıkıyor

Mustafa ÖZER
Tiyatronun hayatında farklı bir yeri olduğunu söyleyen Mustafa Özer, Erciyes Üniversitesi Japon Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencisi. Düşler Sahnesi Sanat Topluluğu’nun yönetmeni olan Özer, 8 yaşında kasabalarında sergilenen bir oyunla başlayan tiyatro serüvenini anlatıyor.

Tiyatroya başladığından beri sevgisinin sürekli arttığını belirten Mustafa Özer; “ Tiyatroyu, üniversite yıllarında hissetmeye başladım” dedi. Özer, üniversitede sergiledikleri Yılmaz Erdoğan’ın yazdığı “Bana Bir Şeyhler Oluyor” adlı oyunda canlandırdığı ‘ Adnan’ karakterini ise dönüm noktası olarak nitelendirdi.

‘Basın özgür değilse demokrasi özürlü ve yaralıdır, tedavi etmek gerekir’

10 Ocak 2015 Cumartesi

TRT’den yerel basına, işsizlikten savaş muhabirliğine birçok konuda Engin Başçı ile konuşma fırsatı buldum. TRT’nin tecrübeli isimlerinden birisi olan Başçı, medya sektörünün sıkıntılarından bahsetti

TRT’nin (Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu) en eski muhabirlerinden olan Engin Başçı, Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu mezunu. Özel sektörde gazeteci olarak çalıştı, daha sonra arkadaşlarıyla birlikte açtıkları bir dergide editörlük yaptı ve bir gün TRT’nin sınavına girerek, muhabirliğe hak kazandı. Neden TRT’yi seçtiği konusunda ise şöyle bir açıklama yapıyor: "TRT’nin iş güvencesi var, iş güvenceside işi daha özgür yapmanı sağlıyor. Ama tabii kurulduğundan beri bir sansür var."

Engin BAŞÇI

‘Yaşadığı şehre ilgi göstermeyenler, ülkenin sorunlarıyla ilgilenmeyenler bu işi yapmasınlar’

Kendini hemen her alanda yetiştirdiğini söyleyen Başçı, ekonomi muhabirliğine bir türlü ısınamadığını da itiraf ediyor
ve ekliyor "Kent ve çevre muhabirliğine özel ilgim var. Çünkü kent yaşayan bir organizma, insanın yaşadığı çevrenin, hayatın içinde olması gerekiyor. Yaşadığı şehre ilgi göstermeyenler, ülkenin sorunlarıyla ilgilenmeyenler bu işi yapmasınlar."