Umut çocuğum, yaşama nedeni

7 Eylül 2015 Pazartesi

Bir tohum ektim toprağa. Boy atacak, filizlenecek, ağaç olacak, çiçekler açacak, büyüyecek, meyveler verecek. Dibinde soluklanacak yaşlılar, gölgesinde serinleyecek yaz sıcağında çocuklar. Bir tohum ektim toprağa. Bin bir umutla.

Ben hiç barış görmedim çocuğum, umudum onda. Güler yüz, şefkat, kardeş gibi yaşanan günler... Toprak parçası için didişmeyen, birbirine düşmeyen insanlar, herkesin hakkını kazandığı günler gelecek. Gelecek... İnsan evladı aç, doymak bilmez gözü güzelliğe. Yeşili görür sahiplenir, maviyi sever kirletir, apartman görür daha fazla beton döker toprağa, para bulur çoğaltmak için ölür öldürür. İnsan evladı çocuğum, affetmez... Zararı ziyanı bitmez.

Umut çocuğum, yaşama nedeni. Güzel günler için. Dedim ya; ben hiç barış görmedim. Herkes kıydı birbirine, söz geçiremedim hiç kimseye. Ben görünür sanırdım kendimi, meğer ise yokmuşum. Bir lafıma her şeyi değiştiremezdim elbette ancak birileri ders alırdı belki, olmadı... Birbirlerini suçlamaktan vazgeçmediler. Onlar aydınlık sandıkları kapkara dünyalarına koşar adım döndüler, ben bahçeme kapandım.

Bir tohum ektim toprağa. Boy atacak, filizlenecek, ağaç olacak, çiçekler açacak, büyüyecek, meyveler verecek. Dibinde soluklanacak yaşlılar, gölgesinde serinleyecek yaz sıcağında çocuklar. Bir tohum ektim toprağa. Bin bir umutla.

Ne yapacaktım sahi? Dünyaya kazık çakacak halim yok ya.

Yine bir Ağustos

19 Ağustos 2015 Çarşamba

Yine bir Ağustos, geldi de geçiyor bile
Tam ortasında Ağustos'un
ve yaşamın başında
ve yazın sonunda
cehennem sıcaklarında
kıyamet ortasında...

Yine bir Ağustos, geldi de geçiyor bile
Ümit dolu başlayan sabahların yerini koca bir boşluğa bıraktığı,
Hayallerin kara toprağa düştüğü,
gençliğin solduğu,
ölümün çaresiz
yaşamın edepsiz kaldığı...

Ah Ağustos,
böyle mi tutulacaktı verilen sözler,
dilekler, hayaller çöpe 
bedenimiz çürümek üzere
toprağa mı emanet edilecekti?

Yaşamak zor,
öyle değil mi?
Şimdi başını koyduğunda yastığa
söyle,
gelecek mi gidenler
yoksa
kan kusmaya devam mı edecek analar 
geçince Eylül'e?

“Okurlarının etrafında olduğunu bilmek, mahalle kavgasına hep beraber gitmek gibi”

14 Temmuz 2015 Salı

Diyarbakır doğumlu olan Özgür Bacaksız, Adıyaman Üniversitesi Muhasebe Bölümü mezunu. Sonrasında aöf felsefe bölümünü bitiren Bacaksız, Schopenhauer müdavimi olduğunu söylüyor 

Facebookta Felsefe Kulübü adında bir sayfa açmışsınız ve şu an milyonlarca takipçiniz var, bu fikir nasıl doğdu? Binlerce insana ulaşıp, onlarla aynı duyguları paylaşabildiğinizi görmek nasıl bir his?

Özgür Bacaksız: Facebook’un yeni yeni kullanılmaya başlandığı bir dönemdi, Adıyaman’da üniversitedeyken açmıştım, okuduğum kitaplardan alıntıları sayfada paylaşırdım. Güncel bilgi ve kitapları, aforizmaları özgün bir şekilde tanıtınca üye sayısı birden yükseldi. Milyonlarca insan zamanla takip etmeye başladı. En güzel his, bilginin etrafında toplanmak. Düşünen ve düşünmek isteyen insanları bir arada toplamak.

İlk kitabınız Bilgelikle Yaşama Sanatı… Felsefe Kulübü için, kitabın ön çalışması diyebilir miyiz?

Özgür Bacaksız
Ö.B. : Bilgelikle Yaşama Sanatı, Mümin Sekman’ın yardımı ve bilgisiyle oluşturulan bir kitaptı. Sayfanın ismiyle çıkardık çünkü insanlar böyle bir kitap beklentisine girmişti. Güzel bir bilgelik kitabı olmakla birlikte birçok yazarı, filozofu aynı kitap içinde buluşturduğu için önemli bir derlemeydi.
.
Facebookta kurduğunuz sayfanın üye sayısıyla, Türkiye’de ki okuma oranlarını kıyasladığınızda ne söylemek istersiniz?

Ö.B. : Aslında sayfanın üye sayısı kitap okuma oranıyla veya eğitimli insan sayısıyla eş değer değil. Hobi için, farklı yazıları görmek için beğenen de çok. O yüzden kitap okuma oranıyla kıyaslama içine girmedim. Sanal mecralarda tespit ve oran yüzdesi her zaman yanıltır diye düşünüyorum.

Klasik sorum, günümüzde sosyal medya kullanımının artmasıyla birlikte okur-yazar ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? J

Ö.B. : Sosyal medya yazar ve okur açısından önemli, ama yazar sosyal medya içinde yoğun olduğu zaman tüm sorulara, eleştirilere, mesajlara bakamayabiliyor, okur için üzgünlük ifadesi oluşuyor. İki taraf da birbirine ulaşıyor ama iletişim bazen zor olabiliyor… Yine de okurlarının etrafında olduğunu bilmek, mahalle kavgasına hep beraber gitmek gibi. J

Ah Necla Teyze...

28 Haziran 2015 Pazar

Halamın görevlisi olduğu apartmanda oturuyordu Necla teyze, halam sayesinde tanıştık... Düğünlerimiz olurdu gelirdi Necla teyze, üniversitede okurken harçlık verirdi kimi zaman. Güler yüzlü, hoş sohbet, anlayışlı ve tam bir hanımefendi. Özkan Samioğlu ile bir çalışmaları olmuştu, fotoğraf sergisinin ismi "Bir İstanbul Hanımefendisi; Necla Hanım Teyze" idi. Gerçekten O'na bundan başka bir sıfat yakışır mı bilemiyorum...

Geçtiğimiz hafta halama gitmiştik, onuda ziyaret ettik; kuzenim,kardeşlerim ve ben. Oturduk evinin arka balkonuna... Eskiden oturduğu köşkün tam yanında şimdiki evi. Balkonunda büyüttüğü çiçekleriyle, beslediği kuşlarıyla birlikte izliyor köşkün bahçesini. Bakıp bakıp eski günlerini yad ediyor. 'Satılmasını hiç istemedim, çok severdim orayı' diyor ' Elbette yardımcılar vardı ama her işi kendim yapmaya çalışırdım' diye ekliyor... Belki yuvası elinden gitmişti ama yıkılmaması için elinden geleni yapıyor, e tarihi eser sayılıyor. ' Sonuna kadar müdafaa ettim' diyor, ah o gözler gölgeleniyor...

Necla teyze, 'seksen yedi yaşındayım' diyor ' ve dolu dolu yaşadım hayatı.'... Eşinden bahsediyor... Zamanında flörtleri varmışta, hiç aklında olmayan birisi, hele de ağabey dediği biriyle evleneceği hiç aklına gelmezmiş. Kısmet işte, çokta mutlu oluyorlar. Evlilik yıldönümlerinde yemeğe gider, birlikte dans ederlermiş. Anlayış var ilişkide, sevgi var, saygı var. Necla teyze anlatırken kendimi düşünürken bulmadım desem yalan olur. Ne güzel dedim yahu, bize de böyle bir hayat nasip olsa keşke, sevgi dolu. Çocuklarını anlatıyor, torunlarından bahsediyor, uzun uzun konuşuyor. Bende seviniyorum. Belki de uzun zamandır kimseyi bu kadar dinlemediğimden, belki bu kadar güzel bir sohbet ortamı bulamadığımdan. Ağzımı açıpta iki çift söz söylemek, inanın ayıp olacakmış gibi hissettim. Sustum, dinledim.

“Kişisel gelişeyim derken bir bakıyorsunuz kişisel gerilmişsiniz”

18 Haziran 2015 Perşembe



İdil Hazan Kohen, Bilkent Üniversitesi İşletme Bölümü mezunu. Büyük şirketlerde marka yöneticiliği yapan Kohen, lisanslı tenis oyuncusu. Sporun birçok dalında ödülleri bulunan, seramik alanında eserleri sergilenen Kohen, 'sınırlarımı zorlamayı seviyorum' diyor. 'Kişisel Gerilim' isimli kitabıyla oldukça güzel bir başarı yakalayan Kohen, aldığı eleştirilerdense çok memnun

Kendinizden biraz bahseder misiniz?

İdil Hazan Kohen: Bilkent Üniversitesi İşletme bölümünü bitirdikten sonra pazarlama üzerine yoğunlaştım. Yurt dışında 6 ay kadar staj yaptıktan sonra büyük şirketlerde Marka Yöneticiliği yaptım. Ancak kalbimde yatan hep yazmaktı. İnsanın kendini yaşayabilmesi ancak kendini ifade edebilmesiyle oluyor. Ben de biraz kurumsal hayatın temposundan uzaklaşıp kendime bir şans vermek istedim sanırım.

Hakkınızda seramik sanatı, yelken sporu, kayak, tenis, sörf ile uğraştığınıza dair bilgi var. Doğru mu bu? Çok yönlü olmak oldukça güzel ama hepsini bir arada nasıl başarıyorsunuz?

İ.H.K. : Benim küçüklüğümde insanlar hayata dair tavsiye almak istediklerinde kişisel gelişim kitapları, twitter ya da instagram yerine atasözlerine başvururlardı. Ben de “İşleyen demir ışıldar” atasözüyle büyüyenlerdenim. Kendi sınırlarımı zorlamayı seviyorum. Bünye iflas edip beni sınır dışı edene kadar yüklenmeye devam. J

“Hıı, ni didin?”

29 Mayıs 2015 Cuma

İşletme fakültesi mezunu olan Cemil Şahin, tiyatroya ve oyunculuğa gönül vermiş birisi. İşler Güçler dizisinde “Cavit” karakteriyle bizlere kendini sevdiren Şahin, en son Kardeş Payı adlı dizi projesiyle ekrandaydı

      Kendinizden biraz bahseder misiniz?

Cemil Şahin: 8 Mart 1986 Antakya doğumluyum, aslen Trabzonluyum ve koyu bir Trabzonspor taraftarıyım.

Cemil Şahin
Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz?

C.Ş. : Üniversite sınavlarına hazırlandığım dönemde gittiğim dershane bir moral gecesi düzenlemişti, arkadaşlarımızla skeçler düzenleyip oynamıştık ve o gece çok eğlenmiştim. Oyunculuk eğitimini doğru alırsam, bu işi yaparsam çok mutlu olacağımı düşündüm. İşletme fakültesinden mezun olur olmaz İstanbul’a tiyatro eğitimi almaya gittim ve güzel insanlarla hayalini kurduğum mesleği yapmaya başladım. Tabii bu dönem benim için zorluklarla doluydu.

Bu mesleği yapmak size ne hissettiriyor?

C.Ş. : Hayalini kurduğum bir işin daha ötesinde, hayranı olduğum insanlarla bu işi yapmak bana tarifsiz bir mutluluk ve gurur veriyor.

Kardeş Payı’nda canlandırdığınız “Kartal” karakteriyle benzeyen yönleriniz var mıydı? Mesela ‘kanka’sına düşkünlüğü gibi?

C.Ş. : Selçuk Aydemir, Kartal’ı eksiksiz yazdı, bana sadece  oynamak kaldı. Kartal ile pek benzer yönümüz yok. :)

Seyirci sizi ve Kartal’ı çok sevdi, bu ilgi karşısında ne düşünüyorsunuz?

C.Ş. : İnsanların mutsuzken bizleri fark edip gülümsemeleri, tanışmak istemeleri ve ‘bizim’ dediğimiz projeleri gözlerinin içi parlayarak sahiplenmeleri, doğru işi yaptığımızı gösteriyor. Ben böyle durumlarda onlardan daha mutlu oluyorum.

Oynadığınız karakterlere nasıl hazırlandığınızdan bahseder misiniz?

C.Ş. : Karakterler yazıldıktan sonra bizim hazır olmamız, besleneceğimiz kanalları çeşitli ve diri tutmamız gerekiyor. Ben canlandırdığım karakterleri hep çevremden beslenerek oynuyorum. Saat kaç olursa olsun hocamı arayıp aklıma gelenleri paylaşıyorum, oda muhteşem hikâyelerle dönüş yapıyor.

“İdolüm Ayşe Kulin”

13 Mayıs 2015 Çarşamba


Kırklareli doğumlu olan Serkan Koktay, Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Eğitimi Seramik Anasanat dalı mezunu. On yıl tekstil tasarım sektöründe çalışan Koktay, şu an özel bir şirkette kurumsal iletişim müdürü olarak çalışmakta. Salçalı Ekmek, Valizimde Gölgeler ve Yolun Sonu Neresi? kitaplarının yazarı olan Serkan Koktay, eserlerini oluştururken yaşadığı heyecanı, atlattığı zorlukları paylaştı

Güzel Sanatlar Akademisi mezunusunuz. Yaptığınız iş bambaşka. Görünene göre yazma tutkunuz ise hiç bitmemiş. İlk kitabınız Salçalı Ekmek’in ortaya çıkış hikâyesini anlatır mısınız?

Serkan Koktay
Serkan Koktay: Evet, sanat adına eğitim aldım. Ama sanat adına sanıyorum hiç bir şey yapmadım.Yazmaya gelince, bu açık söylemek gerekirse çok aklımda olan bir düşünce değildi. Beynimde her daim kelimelere yer vardı ama bütünleştirmemiştim. ''Acaba ne yapsam?''  dediğim bir günde çıktı her şey ortaya ve yazmaya başladım. Fakat yazdıklarımın birçok kimse tarafından ağlanarak, gülerek, ''benim başıma gelse ne yaparım, ben olsam'' gibi sorular sorarak okunmaya başlandığında doğru yolda olduğuma karar verdim. Daha çok yazmaya başladım. Salçalı Ekmek ismide yolda yürürken aklıma geldi. Neden olmasın dedim. Çocukluktan kalan en önemli tat benim için.

Yayınevi bulma- basım- dağıtım konusunda yaşadığınız sıkıntılar var mı?

S.K. : Sanıyorum bunu anlatmakla bitiremem. Korkunç bir süreç. Kendinizi anlatmanız imkânsız neredeyse. Birçok dosya, kapağı bile açılmadan çöpe atılıyor. Birçok kitap depolarda gün yüzü görmeden çürüyor. Tüm sektör para ile kitap basımına dönmüş durumda nerdeyse ve de torpil tabiî ki. İyiye kötüye bakılmıyor artık. Basılacak yayınevinde bir tanıdığınız veya tepede birinin olması yeterli günümüzde. Dağıtımı hiç söylemiyorum bile. Birçok yayınevi kitabın nerede, hangi kitapçıda olduğundan bile bihaber.  Acı ama gerçek.

“Kendimle Gurur Duyuyorum”

8 Mayıs 2015 Cuma

Bir televizyon haberinde artık ilkokul mezunlarına ehliyet verilmediğini öğrenen,  araba kullanabilmek için, bırakmak zorunda kaldığı okula devam etmeye karar veren Zuhal Sür, yaşadıklarını anlattı


Zuhal Sür ve kızı
Babasını kaybettikten sonra, velayeti babaannesinde kalan Zuhal Sür, “Ne yazık ki babamı kaybettikten sonra okula gönderilmedim. Adapazarı’nda yaşıyorduk, ilkokuldan sonra ben okuldan ayrılmak zorunda kaldım, ağabeyim ise okumaya devam etti. O günleri düşündüğümde haksızlığa uğradığımı fark ediyorum. ” dedi.

Zuhal Sür, ilkokul mezunlarına artık ehliyet verilmediğini bir televizyon haberiyle öğrendikten sonra, okula devam etmeye karar verdiğini belirtti. Sür, “ Araba kullanmak benim en büyük hayalimdi. Bir an önce okulu bitirip mezun olmam gerektiğini fark ettim. Ağabeyim ve akrabalarım bu duruma karşı çıktılar fakat ben bir yolunu bulup açık öğretime kaydoldum.” dedi.

Hiç vazgeçmeyeceğim!

24 Ocak 2015 Cumartesi

Yazmak; bir eylemi gerçekleştirmek için yazmak ve bir de kalbinin derinliklerinde kalan, boğazında düğümlenenleri başkalarına duyurmanın en güzel aracı olarak yazmak.
Zaman zaman ‘acaba hangisi daha etik, ben ne sebeple yazıyorum ve bunu hissederek mi yapıyorum, duygularımı –varsa- okurlarıma aktarabiliyor muyum?’diye düşünmeden edemiyorum. Bazı vakitler yazmak zorunda kalıyorum, zorunda kaldığın için yazamıyorsun ama. Ne zaman yazmalıyım diye kendimi emir versem zihnim 'dur' diyor. Dur, çünkü şimdi zamanı değil. O, kendini öyle muntazam hazırlıyor ki bazen ben bile şaşırıyorum.

Yazmak… Yazıyorum, ta ilkokuldan beri. Verilen tüm kompozisyon ödevlerini en güzel şekilde yapar ve aferin alırdım. Hatta bir keresinde ilkokulda yazdığım kompozisyondan, ikincilik ödülü almıştım. Ödülüm ise çok hoş, cicili bicili, üzerinde kız resmi olan bir kupaydı… Sanırım kompozisyondan -öyle ya da böyle- derece almış birisine ödül olarak kitap verilseydi daha güzel olurdu. Daha çok okur daha çok yazardım belki ama olsun, kupamı hala çok severek kullanıyorum, evet hala sağlam- yıllardır. 
Ortaokulda; hani artık herkesin büyüdüğü, öğretmene hoca demeye başlandığı, küfürlerin havada uçuştuğu, popüler olma sevdasına düşüldüğü ergenlik çağlarında da yazdım. Sınıf panolarını tek başıma hazırlardım. Şiirler, yazılar bulup asardım yahut yazardım. -Resmim iyi değildir o nedenle hiç bulaşmadım, çok isterdim güzel resimler çizmeyi de. Yazdığım şiirleri birer resimle taçlandırsaydım mesela, çok hoş olurdu. Neyse, yapamadıklarımdan bahsettiğimde hüzünleniyorum. Benim yapabildiğim yalnızca kelimeleri düzenli bir şekilde dizmek ve onları evladım gibi sevmek.

Evim, İstanbul

21 Ocak 2015 Çarşamba

Aylardır İstanbul'dan uzaktaydım. Üniversiteyi şehir dışında okumak zor tabii, hele ki İstanbul gibi bir yerde yaşıyorsanız uzaklaşmak hayli güçleşiyor.
Vizeler bitiyor, final dönemi geçiyor ve hiç beklemeden İstanbul'a geliyorum! Buram buram mavi kokan şehir,İstanbul. Güzelim mavisinin yok edilmek için çabalandığı, sokaklarının delik deşik edildiği, içindeyken yorulduğun, dışındayken özlemiyle tutuştuğun şehir. Evim, İstanbul.

Uzun bir aradan sonra evime kavuşuyorum. İstanbul'dayım, ailemin yanındayım, üç bıcırık kardeşim var ve birbirimizi deli gibi özlemişiz! Birlikte film izliyoruz, ders çalışıyoruz, oyun oynuyoruz,konuşuyoruz sonraysa laptopu kapan kazanıyor. Tabii ben abla olduğum için sıramı sürekli onlara veriyorum ve onların okula gitmek için uyuduğu bu saatleri değerlendiriyorum. :) Yazmak için, okumak için, bakınmak için, bir şeyler izlemek için. Gerçi bir süre sonra günün rehaveti üstüme çöküyor, gözlerim kapanıyor ama olsun! Bende kendime internetten bir pay çıkarabiliyorum, öyle değil mi?

Otizm dünyanın sonu değil!

19 Ocak 2015 Pazartesi

Ağır derece de otizmli bir çocuk ve ne yapacağını bilemeyen, çaresiz bir anne… İşinin ehli olan ünlü- ünsüz birçok psikiyatr doktoruna gidiliyor ancak çözüm odaklı bir sonuç maalesef bulunamıyor…  Tam her şeyin bittiği düşünülen yerde, aslında hayat yeni başlıyor
Ege Deniz, otizmin bir engel olmadığını bizlere kanıtlıyor

Ege Deniz- Bahar Deniz
Daha 20 aylık bir bebekken yüzde 80 otizm teşhisi konuldu minik Ege’ye. Doktorları, anne Bahar Deniz’e günde 8 saat eğitim alırsa bir ilerleme kaydedebileceklerini söyledi.  Haftada 40 saat olmak üzere Ege’nin eğitimlerine başladığını anlattı Bahar Deniz ve ekledi: ‘ Her şeyin düzeleceğini umut ettik’ . Oysa umut ettiklerinin tam tersini yaşamaya başladı aile.
Ege’nin eğitim masraflarını karşılayabilmek adına Çeşme’de iki yazlık, bir ev ve bir fabrikadaki hisselerini sattıklarını belirten Deniz, eğitimlerin ise hiçbir işe yaramadığını dile getirdi.  

‘Ya onu hastaneye kapatacaktık ya da hayatın içinde tutmaya çalışacaktık’

‘ Ege 11 yaşındayken saçlarını yoluyordu, evde 7 kişi zapt edemiyorduk çok hareketli ve saldırgandı’ diyerek sözlerine devam eden Bahar Deniz doktorların son çare olarak Egeyi hastanenin psikiyatri bölümüne yatırmak istediklerini belirtti. Deniz o anki duygularını şöyle aktardı;
‘ Çok düşündüm, çok ağladım hastanenin bahçesinde. Ya onu hastaneye kapatacaktık ilaçlarla uyutulacaktı ya da hayatın içinde tutmaya çalışacaktık. Ben, kızımı hayatın içinde tutmayı seçtim.’

“İnsanlar yaşadıkları şehri sevmedikleri zaman, sanatını da sevmiyorlar ”

14 Ocak 2015 Çarşamba

Erciyes Üniversitesi’ne Japon Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencisi olarak gelen Mustafa Özer, şu an Düşler Sahnesi Sanat Topluluğu’nun yönetmeni. Yaşadığı şehirde sanatı sevdirmek için uğraşan genç yönetmen, birbirinden farklı projelerle izleyicilerinin karşısına çıkıyor

Mustafa ÖZER
Tiyatronun hayatında farklı bir yeri olduğunu söyleyen Mustafa Özer, Erciyes Üniversitesi Japon Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencisi. Düşler Sahnesi Sanat Topluluğu’nun yönetmeni olan Özer, 8 yaşında kasabalarında sergilenen bir oyunla başlayan tiyatro serüvenini anlatıyor.

Tiyatroya başladığından beri sevgisinin sürekli arttığını belirten Mustafa Özer; “ Tiyatroyu, üniversite yıllarında hissetmeye başladım” dedi. Özer, üniversitede sergiledikleri Yılmaz Erdoğan’ın yazdığı “Bana Bir Şeyhler Oluyor” adlı oyunda canlandırdığı ‘ Adnan’ karakterini ise dönüm noktası olarak nitelendirdi.

‘Basın özgür değilse demokrasi özürlü ve yaralıdır, tedavi etmek gerekir’

10 Ocak 2015 Cumartesi

TRT’den yerel basına, işsizlikten savaş muhabirliğine birçok konuda Engin Başçı ile konuşma fırsatı buldum. TRT’nin tecrübeli isimlerinden birisi olan Başçı, medya sektörünün sıkıntılarından bahsetti

TRT’nin (Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu) en eski muhabirlerinden olan Engin Başçı, Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu mezunu. Özel sektörde gazeteci olarak çalıştı, daha sonra arkadaşlarıyla birlikte açtıkları bir dergide editörlük yaptı ve bir gün TRT’nin sınavına girerek, muhabirliğe hak kazandı. Neden TRT’yi seçtiği konusunda ise şöyle bir açıklama yapıyor: "TRT’nin iş güvencesi var, iş güvenceside işi daha özgür yapmanı sağlıyor. Ama tabii kurulduğundan beri bir sansür var."

Engin BAŞÇI

‘Yaşadığı şehre ilgi göstermeyenler, ülkenin sorunlarıyla ilgilenmeyenler bu işi yapmasınlar’

Kendini hemen her alanda yetiştirdiğini söyleyen Başçı, ekonomi muhabirliğine bir türlü ısınamadığını da itiraf ediyor
ve ekliyor "Kent ve çevre muhabirliğine özel ilgim var. Çünkü kent yaşayan bir organizma, insanın yaşadığı çevrenin, hayatın içinde olması gerekiyor. Yaşadığı şehre ilgi göstermeyenler, ülkenin sorunlarıyla ilgilenmeyenler bu işi yapmasınlar."