Yazmak; bir eylemi gerçekleştirmek için yazmak ve bir de
kalbinin derinliklerinde kalan, boğazında düğümlenenleri başkalarına duyurmanın
en güzel aracı olarak yazmak.
Zaman zaman ‘acaba hangisi daha etik, ben ne sebeple
yazıyorum ve bunu hissederek mi yapıyorum, duygularımı –varsa- okurlarıma
aktarabiliyor muyum?’diye düşünmeden edemiyorum. Bazı vakitler yazmak zorunda
kalıyorum, zorunda kaldığın için yazamıyorsun ama. Ne zaman yazmalıyım diye
kendimi emir versem zihnim 'dur' diyor. Dur, çünkü şimdi zamanı değil. O, kendini
öyle muntazam hazırlıyor ki bazen ben bile şaşırıyorum.
Yazmak… Yazıyorum, ta ilkokuldan beri. Verilen tüm
kompozisyon ödevlerini en güzel şekilde yapar ve aferin alırdım. Hatta bir
keresinde ilkokulda yazdığım kompozisyondan, ikincilik ödülü almıştım. Ödülüm
ise çok hoş, cicili bicili, üzerinde kız resmi olan bir kupaydı… Sanırım
kompozisyondan -öyle ya da böyle- derece almış birisine ödül olarak kitap
verilseydi daha güzel olurdu. Daha çok okur daha çok yazardım belki ama olsun,
kupamı hala çok severek kullanıyorum, evet hala sağlam- yıllardır.
Ortaokulda;
hani artık herkesin büyüdüğü, öğretmene hoca demeye başlandığı, küfürlerin
havada uçuştuğu, popüler olma sevdasına düşüldüğü ergenlik çağlarında da
yazdım. Sınıf panolarını tek başıma hazırlardım. Şiirler, yazılar bulup asardım
yahut yazardım. -Resmim iyi değildir o nedenle hiç bulaşmadım, çok isterdim
güzel resimler çizmeyi de. Yazdığım şiirleri birer resimle taçlandırsaydım
mesela, çok hoş olurdu. Neyse, yapamadıklarımdan bahsettiğimde hüzünleniyorum. Benim
yapabildiğim yalnızca kelimeleri düzenli bir şekilde dizmek ve onları evladım
gibi sevmek.
Geldim lise dönemine… Orada da yazdım. Bazı arkadaşlarım
sevgililerine şiirler yazdırmaya gelirdi, bende ısmarlama şiirler yazardım,
henüz aşkın ne olduğunu bilmeden. Onlarında bunu bildiğinden şüpheliydim tabii,
o derin mevzu. Sonra bir arkadaşım oldu, sonra dost… Benden daha çok okuyan,
daha çok yazan ve daha güzel yazan! Hiç kıskanmadım desem yalan olur, kıskandım
zamanında. Sözcükleri ahenkle dans ettiren, kelimelere yüklediği anlamları
çözmeye çalışırken hayran kaldığım birisiydi. Bunu ona hiç söylemedim.
Geçenlerde ‘Aydın Doğan Genç İletişimciler Yarışması’ndan’ ödül aldı, kendim almış gibi sevindim. Çünkü bu ülkenin, emeğe saygı gösterme zamanı
geldi de geçiyordu. Birlikte “Simeranya”
isimli, tek sayı bir dergi hazırlamıştık, ilk röportajımızı ise rahmetli Metin
Serezli ile yapmıştık. Güzel günlerdi…
Üniversite son sınıftayım, bu seferde bloğumda yazıyorum. Yazmaktan
hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim. Çünkü zihnimi boşaltabildiğim, kalbimi
açabildiğim yegâne şey yazmak. Sanırım kalemim elimde vereceğim son nefesimi. İyi
ki yazabiliyorum…
0 yorum:
Yorum Gönder